5 Nisan 2009 Pazar

Gül Rengi...

Bu baharın gelişi evimizdeki çiçeklerin açılışına tanıklık etmemize vesile oldu.Her tazeliliğin adım adım damlayarak parlak renklere dönüşmesini, mis kokuların yayılmasını ve renklerin çoşmasını neşe ile izliyorum.

Her toprağa düşmüş can, her can bulmuş beden yenilenerek ve tazelenerek Mevlanın bereketinden nasibini alıyor ve sanki bahar kavuşmanının sevinciyle gökyüzüne dönüyor. 

Nazlı çiçeğimizin doğmasından fazlasıyla yıl oldu. Bu onun gördüğü ikinci bahar ve daha serpilmiş ve daha bilmiş haline evin içinde pıtırcık adımlarını savuruyor. Yürümeden önce koşmak konuşmadan önce uzun hikayeler anlatmak istiyor yavru çiçeğim.

Bilge duruşu, bir masal kahramanını cebinden çıkarmak için hazır beklerken hayat yolunu bir kaç kez geçmiş tavrı şaşılası doğrusu. Sanki söze girmek için fırsat koluyor ve o anı yakaladığında içinde sözler çağlayarak Mevla katından getirdiklerini serecek ve kendinden geçinceye dek düşünü anlatacak.

Çiçeğimin kendini bulduğu bir yer var  köşe arkasında. Orada zamanı zamanı es geçmiş birbaşka güne dönmüş güneş siması papatlara ayçiçiçeklerine şakımaya hazır.

Dur sesleri gelmeden kendine masal kahramanı bilmek için kendini sakınıyor sanki.


22 Mart 2009 Pazar

Ya Şimdi..

O güzel sözleri söylemek zamanı geldi de çattı. Gül zamanı, bal zamanı ve canda has zamanı olduğunda bir kaç cümleyi arda arda sıralayıp demek gerek.

18 Mart 2009 Çarşamba

SELAMLAR

O gördüğüm rüya gerçek mi?

Şimdi geçen zamanı anlatmak için ve önceki hecelerden ne kadar uzak olduğumu anlamak fırsatı geldi kondu.Öyle serçe kuşlarını yanaklarıma konmasına hisseder gibi, sözlerin nereye vardığını düşünmek için bu soluğu kullanmak gerekti.

Gün canparelerin, yürekteki has parçaların cana yaklaşmasını,ana yaklaşmasını hissetmenin günüdür.

Biz o sevdicek sözlerle o uzak yolardan vardığımız yerlerde çok şükürlerle güzellikler ve esenlikler bulduk.

Sanmıştımki o kelimeleri yazan adam benden gitti ve özlemlerini cebine koyup bir daha gelmeyecek.Sanmıştımki yüreğimde hep özlemlemle beklediğim Kamisa gönlüme girince adam kendine gerek yok diye bavulana göşyaşları ekleyip adasına döner. Gideceği yerlerde elemli, umutlu bekleyişleri bırakarak gelmek yerine Kamisanın geleceğine yazılı o engin düşlerle nasiplenmenin payesine ulaşmak o kadar yakınken ondan vazgeçmek delilik değilse nedir?

Gönül komşusu ağaçların dallarında bahar tazeliğiyle meyveler yakın tebessümleri fırlatmışken,E'nenni bebeşimin her anına bir başka masalın orta yerinden yaşamanın ne mahsuru var.

Küheylan umutlarını göşyaşlarından durulukta getiren sarı saçlarının ,beyaz teninin duruluğunu özümdemde çoşkusunu yaşadım ya ne mutlu bana.Sevmişim ya gönül hanemde bu can adamda hem eşimi bulmuşum hemde mispare parmaklarıyla gönüllerin ince perdesine dokunan gökkuşağı prensesimi.

Belki tüm bu olanlar yoıl adamı olmanın hastalıkları.Kah bakmışım terli yürüşlü günlere, kah bakmışım sayfalarda saklı ümitli günlere ve belki canın anda yaşandığı o taze geçmişteki canpareli İstanbul günlerine.O günlerin anısına unutmuşum söz vermeyi.
Gün gülü beraber getirirse eğer ve biz adamızdaki dalgalarla boğuşmazda seversek tuzlu, köpüklü sersemlikleri yürek hanemdeki gönül köklerini büyütürüz büyüyen prenslerin,prenseslerin göğe yükselmesine tanık olan bedenlerimizi eskiterek...

Ve diğer dalgalı günlerin bizden götürdüklerine gönül vefası besleyerek hayır dilemek boyun borcu.Dökülen saçlar ve dökülen yapraklardaki özlemli hasret artık yavaşca yitirdi şiddetini köpüklü günlerin büyüklerine.

Hayat böyle geçip gidiyor işte diyorlar.Yaşıyor ve yaşlanıyoruz arif adam olma kıyısına uğramadan.Gördükçe anlıyoruz diye ve anlayacağız her defasında...

Canım canda hasparçam ve Küheylanına binip Zile'den gönlüme doğan güneşim, gökkuşağının renkleri varlığınız tamamlıyor hanelerdeki kırıkları..Ve hayata sizin pencerenizden bakıyorum ya çok şükür Yaradana...
Sevmişim sevilmişim  gönülden, kandan candanlarda sağ olsun huzurla....

Ne güzel günler bunlar yoksa....gördüğüm rüya mı gerçek mi?